Türkiye’nin ağırlıklı ihracat pazarı Avrupa ikiz dönüşümün eşiğinde. İkiz dönüşüm denince; dijital ve yeşil dönüşümden söz ediyoruz. Bu ikisi birbirinin tamamlayıcıları gibi. Ben sizlerle buluştuğum bu ilk yazımda dijitalleşme bacağına değindim.

Avrupa kendisini ve çeperindeki ekonomileri büyük bir meydan okumaya zorluyor. Esasen bu meydan okuma iklim krizinin getirdiği zorluklara karşı bir bağışıklık mekanizması oluşturma gayreti diyebiliriz.

Türkiye öteden beri verimsiz bir ekonomi. Nereye bakarsanız bakın; bugün altyapısı gelişmiş, sanayisi güçlü ve çeşitli bir ekonomi olmamıza karşın verimsiz çalışan bir bünyeye sahibiz. Böyle olunca da finansman sorunu, tasarruf açığı ve bölüşüm krizi gibi kuyular gittikçe derinleşiyor.

Kuyudan nasıl çıkarız?

Şimdi bu kuyulardan nasıl çıkarız. Prof. Dr. Güven Sak der ki; önce çukur kazmayı bırakmamız lazım! Evet Türkiye’nin bu verimsizlik kuyusundan çıkması için öncelikle verimsizlik yaratan alanlarda faaliyet göstermeyi bırakması gerekiyor. Ekonomiyi ve üretim süreçlerimizi bir nevi fitleştirmekten söz ediyorum. O iş nasıl olacak derseniz evvela bir analiz süreci gerekiyor. Nerede hata yapıyoruz ile işe başlarsak epeyce yol almış oluruz. Bunun için ise ölçüm şart!

Bugün ülkemizde ihracatın büyük kısmını kurumsallaşmış şirketler yapıyor. Yüz binden fazla ihracatçımız var desek de devamlı ihracat yapan ve belli bir ölçeğe sahip şirket sayımız on binler civarında. Nerede bu ekonominin yüzde 90’ı?

Bugün bilişim teknolojileri hayatımızın olmazsa olmazı. Şirketlerimiz bu teknolojileri ne ölçüde, ne yoğunlukta ve ne sıklıkla kullanabiliyor? Bununla ilgili Vodafone ve TÜSİAD dönem dönem Türk KOBİ’lerinin dijitalleşme raporlarını yayınlıyorlar. O raporlarda son dönemde aşama kaydettiğimiz görülse de rekabet ettiğimiz ülkelerle kıyaslandığımızda karnemizin hiç iyi olmadığı ortada. Burada söz konusu raporlara şimdilik yer vermiyorum ama yeri geldikçe değiniriz.

Böyle rekabet olmaz abi!

Şimdi rekabet ettiğimiz ülkeler demişken bir defa biz içerde kendi kendimizle rekabetten dışarıya şöyle ufuktan bakamaz haldeyiz. Yurt dışına açılma gayretindeki şirketlerimiz komşusu ile rekabet ederek pazar kapmaya çalışıyor. Geçenlerde Hollanda, Rusya, Bulgaristan ve Türkiye’de üretim tesisleri olan bir iş insanı ile sohbet ederken şöyle dedi; iki ortak bir tül perde tesisi açıyor, işler iyi gidiyor, sonra ortağı payını alıp ayrılıyor, onun yüz metre ilerisine tül perde tesisi açıp aynı müşteriye daha ucuza mal satmaya çalışıyor! İşte maalesef bizim ihracata bakışımız bu! Oysa Avrupa’ya yakınlığımız nedeniyle yıllar içinde elde ettiğimiz bir rekabet avantajımız olsa da dünyanın fabrikası Çin o pazarda bizden çok daha fazla paya sahip. “Çin her yerde en fazla paya sahip” dediğinizi duyar gibiyim. Evet haklısınız ama Avrupa ve Çin arasındaki en büyük ve çeşitli sanayi yapısına sahip Türkiye’nin, Çin gibi sanayisi derli toplu, Çin şirketleri gibi pazarlara organize nüfuz edebilen ve birbirlerinin üstüne basmayan bir stratejisi olmadığı için Doğu’nun en uzak köşesinden gelenler bizden daha etkin olmuş olabilirler mi?

Zorla olacak iş değil ama…

Cumhurbaşkanlığımız bir Dijital Dönüşüm Ofisi kurdu. Çok da iyi etti. Türkiye’de kamu bence özel sektöre göre dijitalleşmeyi çok daha hızlı başarıyor. Bugün e-Devlet sayesinde evvelden kapı kapı dolaşarak elde ettiğimiz belgeleri bir tıkla cebimize indirebiliyoruz. Şikayetlerimizi CİMER’den yapabiliyoruz. Yargıda bir UYAP sistemimiz var. O da gayet güzel. Avukat arkadaşların aktardığına göre altyapısı zaman zaman yetersiz kalıyor ama kamu orada da elinden geleni yapıyor gibi.

Bunun yanında oda ve borsalar, birlikler, konseyler de dijitalleşme yolunda fena gitmiyorlar da nedense bu işi tabana yaymada pek başarılı olamadık gibi. Hani vergiyi tabana yaymada pek bir mahiriz ama ekonomide verimliliği sağlayacak en kritik adımlardan biri olan dijitalleşmeyi tabana yaymada pek başarılı değiliz. Bu işler sopa ile de yapılmaz tabi ama nasıl ki vergi ödemeyi şart koşuyorsak 21. yüzyılın gereklerine uygun bir şirket altyapısı kurmayı da şart koşabiliriz. Dijital dönüşüm bunun bir bacağı ikincisi yeşil dönüşüm olmalı.

Bir de tabi ülkede iş yapma kolaylığı endeksini geri düşürme pahasına da olsa biz şu şirket kurma meselesinde ehliyet aramakla işe başlasak, üretim tesislerini ülkenin ihtiyaçlarına göre kurmaya izin versek, iş insanıyım diye ortalıkta gezen üçüncü sınıf pazarlamacı tipleri ekranlarda, gazetelerde gördüğümüzde mali polisimiz peşine düşse mesela! Onu da bir başka yazıda ele alırız.

(Yazıyla ilgili görüş ve düşüncelerinizi yazarlar@sentezmedya.com.tr adresine göndererek yazarımızla paylaşabilirsiniz.)

Paylaş.
Exit mobile version