Malum, Türkiye’de yakın tarihte üretilmeye başlanan ürünler var: Avokado, ejder meyvesi, blueberry gibi… Üretimi ve talebi artan bu ürünler için de yerel festivaller, şenlikler yapılmalı.

Mersin Narenciye Festivalini imkanım oldukça takip ediyorum. Pandemi sebebiyle üç yıldır yapılmamasına rağmen, yerel yöneticilerden bilgi alarak, sektördeki gelişmeleri izlemeye ve yorumlamaya çalıştım. Bu yıl festival yeniden yapılmaya başlandı ve yerinde gözlemleme şansı buldum.

Her festivalde ilk defa gördüğüm ürünler şaşırtıyor!

Mersin’in narenciyede, örtü altı ürünler konusunda iddialı ve öncü niteliği var. Özellikle Alata Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü, sadece Türkiye için değil, başta narenciye ürünleri olmak üzere pek çok tarımsal ürün araştırmasında zengin çalışmalarıyla tanınır. Her festivalde, adını ve cinsini ilk defa gördüğüm tescillenmiş meyve ve bitki çeşitleri beni şaşırtıyor. Alata’nın çalışmaları ve elde ettiği sonuçlar, festivalde daha geniş çaplı bir tanıtımla kamuoyuna gösterilmelidir.

Mersin’in diğer önde gelen özelliklerini ve Türkiye sıralamasındaki yerini belirtmekte fayda var:

  • Bitkisel üretim değerinde üçüncü.
  • Tarımsal gelir ve tarım-gıda ihracatında dördüncü.
  • Meyve üretiminde birinci.
  • Sebze üretiminde ikinci.
  • Yaş meyve ve sebze ihracatında birinci.
  • Narenciye ve bakliyat ihracatında birinci.
  • Yüksek tünel sera alanlarında birinci.
  • Örtü altı üretimde ikinci.
  • Orman alanı büyüklüğünde üçüncü.

Türkiye üretiminin yarısından fazlasının Mersin’de üretildiği ürünler: Yeni dünya, king mandalina, limon ve muz.

Yüzde 20’sinden fazlasının Mersin’de üretildiği ürünler ise: Yafa portakal, çilek, keçiboynuzu, sakız kabak, sivri biber, nektarin, erik, şeftali, sofralık üzüm, kayısı, avokado ve örtü altı üretiminin yüzde 21’i…

Yılın her haftasına bir festival!

Eğer her ürün için bir festival yapılsa, şehir yılın her haftasında ayrı bir festivale sahne olabilir.

Mersin’in toplam 2,5 milyar dolarlık ihracatının yüzde 65’i ile 1,6 milyar dolarlık toplam ithalatının yüzde 58’i tarım ve gıda ürünlerinden oluşuyor. Sadece iç pazarın tarım ve gıdada ihtiyacı olanı karşılamasının yanı sıra Mersin dış ticaretinin ana omurgası da tarım ve gıda sektörüdür.

Son yıllarda şehirler arasında bir yarış var: Gastronomi, neredeyse bütün valiler ve belediye başkanlarının şehrini tanıtmak için başvurdukları ilk gündem maddesi olmuş.

Mersin’de de narenciye ile gastronomi buluşturmak için bir gayret gördüm. Gastroshow’da en çok ilgi gören de Venezuela Büyükelçisi Jose Gregorio Bracho Reyes oldu. Büyükelçi Reyes, ülkesine özgü bir lezzet olan ‘Hayata Dönüş’ isimli yemeği yaparak protokol üyelerine ikram etti. Hayata Dönüş yemeği, Venezuela sahillerinde sıkça tüketilen ahtapot ve karides gibi deniz ürünleriyle hazırlanan ve kızartılmış mısır unu ekmeği ile servis edilen bir yöresel lezzet…

Farkındalık için doğru ancak festival ruhuna pek uymayan bir tercih olduğunu söyleyebilirim. Latin Amerika’da portakallı ve limonlu yemek çeşitleri olduğunu biliyorum. Büyükelçi o yemeklerden birini hazırlayıp sunsaydı, hem ülkesini hem de festivali daha da anlamlandırırdı.

Gıda sanayicileri de omuz vermeli!

Türk insanı limonu her şeyde kullanır. Portakallı ördek diye lüksü anlatan bir yemek çeşidini de sıkça dillendirilir ama hiçbir yerde bulunmaz. Bu topraklarda narenciye daha çok, endüstriyel gıda ürünlerinin hammaddesi niteliği taşıyor. Meyve suyu, reçeli, pekmezi, pestili, kurutulmuşu boldur. Kekte, kurabiyede, pastada, çikolatada yer alır. Ama yemekleriyle öne çıkmaz. Festivale gıda sanayicileri de omuz vermeli, desteklemeli. Portakallı ürünler, yemeklerin yanı sıra portakal yağı, parfümü ve kişisel bakım ürünleri gibi… Limon, turunç, greyfurt için de öyle…

Bunlar benim temennilerim, asıl sözü geçerli olan ve yetkin kişi Mersin Ticaret Borsası Başkanı Abdullah Özdemir’i de dinlemek gerekiyor. Onun bu konuda verdiği bilgilerden bir kısmını paylaşmak istiyorum.

Narenciyeyi daha ucuza ihraç ediyoruz!

Narenciyede ton başına birim ihraç fiyatımız azalıyor. 10 yıl öncesine kıyasla narenciye ihracatımız; miktar olarak yüzde 53 artmasına rağmen, gelirimiz yüzde 1 gerilemiş durumda.

Yine on yıl öncesine göre ton başına Türkiye’nin satış fiyatlarında; portakalı yüzde 42, mandalinayı yüzde 34, limonu yüzde 38 ve greyfurtu yüzde 21 daha ucuza ihraç ediyoruz.

Türkiye narenciyede rekabetçi gücünü kaybediyor. Türk çiftçisi, mandalinadan ton başına 458 dolar gelir sağlarken; Çin çiftçisi benzer mandalina için 1.505 ve İspanya için 1.211 dolar gelir elde ediyor.

Portakalı Mısır 1.123, İspanya 921 dolara ihraç ederken; Türkiye yurtdışına 400 dolara gönderiyor. Limonda da benzer durum var: Ton başına 429 dolar kazanıyoruz. Ama İspanya 1.295, Meksika 911, Arjantin 657 dolar gelir sağlıyorlar.

Avrupa pazarında neredeyse payımız yok!

Bir de hedef pazarları çeşitlendirmemiz gerekiyor.

Narenciye ihracatımızın yüzde 75’ini Rusya, Irak, Ukrayna ve Romanya’ya gerçekleştiriyoruz. Oysa dünyada narenciye talebinin yüzde 40’ını Avrupa Birliği üyesi ülkeler gerçekleştiriyor. Narenciyede Avrupa’da yaklaşık 7 milyon ton hacminde ve 8 milyar dolar değerindeki bu pazardan neredeyse pay alamıyoruz. En önemli ithalatçılar olan Hollanda, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık gibi ülkelere narenciye gönderemiyoruz. Bu pazarlarda İspanya ile rekabet edemiyoruz. Demek fiyat, her zaman avantajlı bir seçenek değil.

Yukarıda da ifade ettiğim gibi, narenciyeyi değerlendirmenin bir de endüstriyel yönü var. Dünyada sofralık narenciye ticaretinde 16,1 milyar dolarlık bir hacim söz konusu. Endüstriyel narenciye ürünlerinin ticaretinde de yaklaşık 10 milyar dolarlık önemli bir pazar var. Bu pazardan aldığımız pay ise yüzde 0,5 bile değil (sadece 44 milyon dolar).

Sanayi olarak ne yapılmalı?

Sofralık narenciye ürünlerinde sahip olduğumuz pozisyonu işleme sanayisine dönüştürebilecek yeni politikalar geliştirmeliyiz. Bunun için yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:

  • Narenciye pazarlarının talep ettiği türde ve kalitede ürün yetiştiremiyoruz.
  • Dünya genelinde narenciyeden üretilen 6,3 milyar dolarlık meyve suyu pazarı var. Ve bu pazarda payımız yok.
  • Narenciye üretimi bulunmayan Hollanda ve Belçika ile bu alanda rekabet edemiyoruz.
  • Narenciyede sahip olduğumuz çeşitlerin içerdiği meyve suyu oranı beklenen standartları ve istenen verimliliği karşılamıyor.
  • Bu dönüşümün için yeni bir narenciye üretim planlamasına ve bu planlamayı teşvik edecek destekleme politikasına ihtiyacımız var.
  • Narenciye dış ticaretinde söz sahibi ülkelerin ürün arzı, yılın büyük bölümünde devam etmektedir. Oysa ülkemiz için bu süre çok daha kısadır. Bu da rekabet gücümüzü olumsuz etkilemektedir.
  • Bu nedenle hem rekabetçi olduğumuz mevcut ürünlerin hem de yeni tür ve çeşitlerin hasat süresini erken, orta ve geçci çeşitler ile, ürün ve kalite kaybı olmadan, tüm sezona yayılacak şekilde genişletmenin yollarını aramalıyız.

Turizm hamlesi şimdilik zor!

Narenciye Festivali, Mersin marka kimliği açısından farkındalığı olan bir etkinlik haline geldi. Yerel yöneticileri dinleyince, tarımın yanına turizmi de eklemek için gayretleri olduğunu gördüm. Bir taraftan havalimanı inşaatının gecikmesi, diğer taraftan pandemi sebebiyle oluşan belirsizlik turizm hamlesini ötelemiş durumda.

Benim tahminim, kısa ve orta vadede turizme yönelik ciddi bir hamlenin olması zor. Mersin’in önemli limana sahip olması, lojistik yönünü daha da güçlendirmiş görünüyor. Farklı platformlarda dillendirilmesine rağmen Gıda Organize Sanayi Bölgesi konusunda da net bir tavır göremedim.

Pandemi ile birlikte dünyada gıdaya yönelik stratejik önem atfedilmesinin, bölgedeki girişimci sayısını da artırdığı izlenimi edindim. Her halükarda etkinlikler, hedef kitleleri bir araya topluyor, ekonomik bir aktivite oluşturuyor ve herkesin meramını ifade etmede bir fonksiyon taşıyor.

Görünen o ki sağlıklı beslenmenin vazgeçilmezleri arasında yer alan narenciye, önümüzdeki yıllarda da her yönüyle değerini artıracaktır.

Paylaş.
Exit mobile version